23 Şubat 2025

Güncel Haber Sitesi

Eğitim, Sağlık, Ekonomi, Teknoloji Haber Sitesi

Trump’ın Atom Parçalama Tartışması

Trump, atomu parçalayan bilim insanlarıyla ilgili yaptığı açıklamalarla tartışmalara yol açtı.

“`html

Donald Trump’ın yemin töreni sırasında ABD’li bilim insanlarının atomu parçaladığına dair yaptığı açıklama, sosyal medya platformlarında kıyameti koparacak tartışmalara yol açtı.

Bu tartışmalara katılan birçok uzman, atom parçalama unvanının aslında İngiliz ve Yeni Zelandalılara ait olduğunu öne sürdü. Zira 1919 yılında, Yeni Zelandalı bilim insanı Ernest Rutherford, o dönemin Manchester Victoria Üniversitesi’nde bu önemli keşfe imza atmıştı.

Bu durum, genel bakış açısıyla doğru görülebilir. Ancak, “Atomu parçalayan ilk kişi kimdir?” sorusu alanında uzmanlaşmış kişiler için oldukça karmaşık bir mesele. Parçacık fiziği uzmanı Dr. Harry Cliff’in belirttiği gibi, “atomu parçalamak” ifadesinin kendisi bile tartışmalıdır.

Atomun Tanımı Nedir?

Tüm maddelerin yapı taşı olan atomlar, merkezde bir çekirdek ve onun etrafında dönen elektronlardan oluşur.

Atom kavramı, ilk olarak Antik Yunan felsefesinde ele alınmış ve o zamanlar en küçük varlıklar olarak kabul edilmiştir. İsimleri de Antik Yunanca’daki “bölünemeyen” kavramından gelmektedir.

John Dalton’ın atom teorisi ile 1803 yılında atomlar bilimsel alana girdi. Ancak Manchesterlı bir bilim insanı olarak, Dalton da atomların daha küçük parçalara ayrılabileceğini düşünmüyordu.

Joseph John Thomson, neredeyse bir asır sonra, elektronları keşfetti ve atomların daha da küçük yapı taşlarından oluştuğunu kanıtladı.

Bu durum, atomun içindeki parçacıklarla ilgili deneylerin ve teorilerin ortaya çıkma yolunu açtı.

Rutherford’ın Katkıları Nelerdi?

Rutherford, 1911 yılında Hans Geiger ve Ernest Marsden ile birlikte gezegensel atom modelini geliştirerek atomların merkezinde pozitif yüklü bir çekirdek olduğuna ve bu çekirdeğin etrafında dönen elektronların, gezegenlerin yıldız etrafındaki yörüngelerine benzer bir hareket sergilediğine dair bir model önerdi.

Rutherford ve ekibinin 1914-1919 yılları arasında gerçekleştirdiği deneyler, “atom parçalamak” adına atılan ilk somut adımlar olarak değerlendiriliyor.

Rutherford, nitrojen gazını radyoaktif ışınlara maruz bıraktığında, gazın dışarıya “hidrojen çekirdeği” salarak oksijene dönüştüğünü gözlemledi.

Dr. Cliff, bu tür deneylerin “bugün proton olarak bildiğimiz temel parçacığı” keşfetmeye yönelik olduğunu ifade ediyor.

Buna göre, Rutherford, “nükleer reaksiyonlar gerçekleştirmiş” ve bir nesneyi başka bir objeye çarparak yeni bir şey üretme yeteneğini keşfetmiştir.

Dr. Cliff, bunun daha önceki çalışmalarla karşılaştırıldığında oldukça devrimci olduğunu vurguluyor.

Rutherford, “parçalama” kelimesi yerine “dezentegrasyon” terimini kullanmayı tercih etmişti.

Yazdığı bir metinde, Aralık 1917’de, yaptığı deneylerin “sonuçta çok önemli olacağının” altını çizerken, çekirdek etrafındaki kuvvetlerin yapısı ve dağılımı hakkında önemli sonuçlar elde edileceğini belirtti.

“Bu yöntemle atomu parçalamaya çalışıyorum,” diyen Rutherford, “Birçok denemeye ihtiyacım var,” diye de eklemişti.

Sonraki Gelişmeler Nelerdi?

Tarihçi Dr. James Sumner, Rutherford’ın bulgularının “önemli kavramlar açısından çığır açıcı” olduğunu fakat atom parçalamaktan ziyade, “bir elementi başka bir elemente dönüştürdüğünü” belirtiyor.

Rutherford, 1919’da Cambridge Üniversitesi’ndeki Cavendish Laboratuvarı’nın yöneticisi olarak geri dönmüş ve atom çekirdeklerini “parçalamaya” yönelik çabaların başında yer almıştır.

Dr. Cliff, Rutherford’ın yönlendirmesiyle John Cockcroft ve Ernest Walton’ın 1932’de dünyanın ilk parçacık hızlandırıcılarından birini inşa ettiklerini, bu cihazın “atomları resmi olarak ikiye ayıran” güçlü bir makine olarak tanımlandığını belirtiyor.

Dr. Cliff, bu aşamanın atomu parçalara ayırma girişimlerinin en cesur örneği olduğunu ifade ediyor.

Ancak Dr. Sumner, bu deneyin “nükleer enerjinin ve atom bombalarının önünü açan bir süreç olmadığını” ve bu sürecin daha sonraları gerçekleşeceğini dile getiriyor.

ABD Bilim İnsanları Neden Hak İddia Edebiliyor?

Birçok kişi, atom bilimine dair bilgilerin, gizli Manhattan Projesi ile bağlantılı olduğunu ve bu proje kapsamındaki önemli bir figür olan J. Robert Oppenheimer’ın hayat hikâyesinin Oscar ödüllü bir filmle anlatıldığı dönemden beri merakla takip edildiğini düşünüyor.

1942’de başlayan bu ABD merkezli araştırma ve geliştirme projesi, atomun gücünü toplayarak ilk nükleer silahları üretmeyi hedefliyordu.

Dr. Sumner, bu projenin uluslararası işbirliği ile gerçekleştirildiğini ve dünya genelinden bilim insanlarının yer aldığını vurguluyor.

Oppenheimer’ın ekibinde yer alan önemli isimlerden biri ise İtalyan fizikçi Enrico Fermi’dir.

Fermi’nin 1934 yılında yaptığı deneylerde atomu ilk kez parçaladığı ve çekirdekleri iki ya da daha fazla parçaya ayırdığı öne sürülmektedir.

Fermi’nin keşifleri, Alman kimyacı Otto Hahn ile Fritz Strassman tarafından tekrarlandı ve 1938 yılına kadar Fermi’nin nükleer fisyonu bulduğu anlaşıldı.

Fisyon sırasında uranyum ve plütonyum gibi kararsız elementlerin çekirdekleri parçalanarak devasa miktarda enerji açığa çıkarılıyor.

Fermi, 1939’da İtalya’dan kaçtıktan sonra Chicago’da ilk nükleer reaktörü inşa etti ki bu reaktör kontrollü bir nükleer reaksiyon yaratarak uranyum atomlarının düzenli olarak bölünmesine olanak tanıyordu.

Bu çalışmalar, Rutherford’ın daha önceki çabalarıyla birleşerek nükleer fisyon işlemini yıkıcı amaçlarla kullanan atom silahlarının temelini oluşturdu.

Dr. Cliff, Manhattan Projesi’ni “bu bilimin dünya üzerindeki devasa etkisini gözler önüne seren bir endüstriyelleşme süreci” olarak tanımlıyor.

Sonuç Olarak Neler Gelişti?

Atomu ilk kez kimin parçaladığı ne olursa olsun, Rutherford, Walton, Cockcroft, Oppenheimer, Fermi, Geiger, Marsden ve diğer öncü bilim insanlarının çalışmaları nükleer çağın ve dünya tarihindeki en büyük bilim deneyinin temellerini oluşturdu.

1998 ve 2008 yılları arasında Alp Dağları’nın altında inşa edilen dev bir parçacık hızlandırıcısı (LHC), atomları birbiriyle çarpıştırarak önemli keşifler yapma imkanı sağladı.

LHC, ‘Tanrı parçacığı’ olarak adlandırılan Higgs bozonunun da keşfedildiği yer oldu ve bilim insanlarının atom altı dünyaya yönelik daha derin incelemeler yapmasına olanak tanıdı.

CERN’de çalışan Dr. Cliff, LHC’deki çalışmaların “evreni oluşturan, henüz keşfedilmemiş temel parçacıkları” bulmaya odaklanmış durumda olduğunu vurguluyor.

Dr. Cliff, bu görünmez materyalin evrendeki/maddelerde %80’ini oluşturduğunu belirterek, herkesin bu konuyla ilgili bir yanıt arayışı içinde olduğunu ifade ediyor.

Bu bilimsel çalışmaların, Rutherford’ın araştırmalarının “doğrudan mirası” olduğunu belirten Dr. Cliff, günümüzdeki deneylerin Rutherford’ın “hayal bile edemeyeceği boyutlara” ulaştığını dile getiriyor.

“`